18 Mart 2014 Salı

İnsanlarda Dolaşım Sistemi - Lenf Dolaşımı

Her gün yaklaşık 4L plazma kılcallardan kontrollü şekilde doku hücreleri arasındaki boşluklara sızarak doku sıvısını oluşturur. Bu sıvı vücut hücreleri ile kan arasında madde alış verişinde önemli rol oynar. Doku sıvısının tamamı hücreler arası boşluklardan kılcal damarlara geri dönemez. Hücreler arası boşluklarda kalan bu doku sıvısının kan dolaşımına
geri dönmesi lenf dolaşımı ile sağlanır. Lenf damarlarına giren doku sıvısı bundan sonra lenf (akkan) olarak isimlendirilir.

Lenf içinde kan damarlarına geçemeyen, akyuvarlar ve bir miktar
doku sıvısı bulunur. Lenf alyuvar içermediği için renksizdir.
Lenf dolaşımında, lenften başka, lenf damarları ve lenf düğümleri de yer alır. Lenfi taşıyan damarlar, lenf kılcalları ve lenf toplardamarlarıdır. Lenf kılcalları dokuların içine yayılmış, bir ucu kapalı çok ince damarlardır
ve tek sıra epitelden yapılmış endotel tabakadan oluşur. Bu kılcallar daha sonra lenf toplardamarlarına bağlanır. Lenf toplardamarları daha büyük çaplıdır ve tek yöne açılan kapakçıklara sahiptir. Lenf, kalp tarafından pompalanmadığından lenf hareketi kana göre oldukça yavaştır. Lenf hareketi toplardamarlardaki kan hareketine benzer şekilde doku ve organlardan kalbe doğru gerçekleşir (Şekil 1.3.20). Bu hareket
iskelet kaslarının kasılması, solunum sırasında göğüs kafesinde meydana gelen basınç farkı ve tek yöne açılan kapakçıklar ile sağlanır. Lenf sıvısı vücutta iki yolla taşınarak kan dolaşımına katılır. (Şema 1.3.3).


İnsanlarda Dolaşım Sistemi - Kanın Pıhtılaşması

Bir yeriniz kesildiğinde, yaralanmalarda ya da herhangi bir nedenle başlayan bir kanamada; damardan kanın akmasını önlemek amacıyla kanda meydana gelen reaksiyonların tümü pıhtılaşma süreci olarak adlandırılır. Pıhtılaşma sonucu kanayan yerde oluşan pıhtı, zedelenen damar çeperinde tıkaç görevi görür. Basit ve olağan görünen bu olay acaba nasıl gerçekleşmektedir?
Pıhtılaşma damarın zarar görmesi ve kanın damar duvarındaki bağ
dokuya temasıyla başlar. (Şekil 1.3.19). Trombositler, zedelenen damar duvarındaki bağ doku liflerine yapışarak bölgedeki diğer trombositleri yapışkan hale getiren bir madde salgılar. Birbirine yapışan trombositler kan kaybını önlemek amacıyla tıkaç oluşturur. Eğer damar hasarı küçükse sadece trombosit tıkacı, kan kaybını tamamen durdurur. Fakat hasar büyükse ek olarak fibrin iplikçiklerinin oluşması da gerekir.

Pıhtılaşma, hasar gören damar çeperinden ve trombositlerden
tromboplastin enziminin salgılanmasıyla başlar. Aralarında tromboplastin,Ca++ iyonu K vitamini ve çeşitli enzimlerin bulunduğu pıhtılaşma faktörleri enzimler protrombini trombine dönüştürür. Protrombin karaciğerde üretilen ve trombinin inaktif hâli olan enzimdir. Trombin enzimi karaciğerin salgıladığı plazma proteini olan fibrinojeni fibrin iplikçiklerine çevirir. Daha sonra fibrin iplikçiklerinin oluşturduğu ağ,trombosit tıkacı üzerine yapışıp kan hücrelerini ve plazmayı da içine
alarak pıhtıyı oluşturur. Pıhtı ile de hasarlı yer kapanır.
Pıhtılaşma sürecinde genetik faktörler etkilidir. Pıhtılaşma faktörlerinden birini kodlayan genlerde kusur olursa, bu genin kontrolünde olan pıhtılaşma faktörleri sentezlenemez ya da eksik üretilir. Bu durumda hemofili hastalığı ortaya çıkar. Bu hastalığın görüldüğü kişilerde yaralanma durumunda kan pıhtılaşmaz. Kan kaybı kişinin hayatını tehlikeye
sokabilir. Kanamalarda kanın pıhtılaşması ne kadar önemli ise kanın damar içinde pıhtılaşmadan dolaşması da hayatın devamı için o kadar önemlidir. Damarlar içerisindeki kanın pıhtılaşmasının engellenmesi bağ dokudaki mast hücrelerinden salgılanan heparin yardımıyla sağlanır.

İnsanlarda Dolaşım Sistemi - Kan Grupları

1667 yılında yapılan ilk kan naklinde hastaya bir hayvanın kanı
verilmiş ve hasta ölmüştür. Daha sonraki yıllarda insandan insana kan nakli denemeleri yapılmıştır. Ancak bu denemelerin çoğu başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bunun nedeni 1900'lü yıllarda Karl Landsteiner (Karl Lensteynır) tarafından yapılan araştırmalarla belirlenmiştir. Araştırmacı, değişik insan kanlarının kimyasal bakımdan farklı olduğunu ve verici ile alıcının kanlarının uyuşmadığı durumlarda alyuvarlarda kümeleşme yani aglütinasyon (çökelme) meydana geldiğini görmüştür.
Landsteiner'ın yaptığı ABO sistemi olarak bilinen bu çalışmaya göre, her insan dört farklı kan grubundan birine sahiptir. Bu gruplar A, B, AB ve O'dır. Bu farklı kan grupları alyuvarların zarında bulunan ve kısa zincirli polisakkaritler olan oligosakkaritlerin dizilimine göre belirlenir.Oligosakkaritler zarın dış tarafından belirli proteinlere bağlanarak glikoproteinleri oluşturur. Alyuvar zarında bulunan ve kan grubumuzun belirlenmesinde rol oynayan oligosakkaritlere antijen (aglütinojen)denir. Plazmadaki proteinlere ise antikor (aglütinin) adı verilir. Alyuvarzarında A ve B olarak adlandırılan iki çeşit antijen, plazmada ise anti-A
ve anti-B olarak adlandırılan iki çeşit antikor bulunabilir.
A kan grubuna sahip bir kişinin alyuvarlarının zarında A antijeni,plazmasında ise anti-B antikoru vardır. B kan grubuna sahip kişinin alyuvarlarında ise B antijeni, plazmasında ise anti-A antikoru bulunur.
AB kan grubundaki kişilerin alyuvarlarının zarında A ve B antijenleri vardır. Ancak plazmasında antikor bulunmaz. 0 grubunun alyuvar zarında ise antijen bulunmaz, plazmasında anti-A ve anti-B antikorları vardır.
Bir kan naklinde A antijeni ile anti-A, B antijeni ile anti-B bir araya gelmemelidir. Çünkü bu durumda alyuvarlar birbirine yapışır ve kümelenir. Örneğin A kan grubuna sahip bir kişinin kanı, B kan grubuna sahip bir kişiye verildiğinde B kan grubundaki anti-A antikorları, A kan grubundan gelen A antijenlerine tutunarak alyuvarların kümelenmesine sebep olur. Bu kümelenmiş hücreler damarları tıkar ve ölüme yol açar.
Kan gruplarının belirlenmesinde Rh faktörü de etkilidir. Bunun
belirlenmesini alyuvarlarda bulunan Rh antijeni sağlar (Bu antijen ilk kez Rhesus(resus) maymunlarında tespit edildiği için böyle isimlendirilmiştir.). Rh antijeni taşıyan kana Rh(+), taşımayan kana ise Rh(-) adı verilir. Normalde Rh(-) bireyin plazmasında anti Rh antikoru yoktur. Rh(+) grubunda olan kan Rh(-) grubunda olan bireye verilirse Rh antijenine karşı anti-Rh (anti-D) antikoru oluşur. Bu durum aglütinasyona neden olur.


İnsanlarda Dolaşım Sistemi - Kanın Görevleri ve Yapısı

Kan hücreleri ve plazmadan meydana gelen kan doku, vücudu bir
ağ gibi saran damarlar içinde dolaşır. Kan; vücutta taşıma, düzenleme,savunma ve koruma gibi önemli görevleri olan özel bir sıvıdır.
Taşıma görevi: Akciğerlerden aldığı oksijeni ve sindirim sonucu
oluşan besin monomerlerini hücrelere, metabolik atıkları da böbrek,akciğer ve deri gibi boşaltım organlarına taşır. Kan ayrıca salgı bezleri tarafından üretilen hormonları hedef hücrelere götürür.
Düzenleme görevi: Kandaki elektrolitler ve plazma proteinleri ortamdaki pH değişimlerine karşı tampon olarak görev yapar, vücudun su dengesini düzenler. Ayrıca kanla taşınan hormonlar vücutta düzenleyici olarak görev yapar. Aynı zamanda kan vücut sıcaklığının sabit tutulmasını sağlar.
Savunma ve koruma görevi: Kan, vücuda giren zararlı maddeleri
etkisiz hâle getirir. Bu durum kanda bulunan akyuvarlar ve antikorlar ile sağlanır. Ayrıca yaralanma durumunda pıhtılaşarak
hem kanamayı durdurur hem de yara açıklığından mikropların girmesini engeller.
Yetişkin bir insanda ortalama 4-5 litre kan bulunur.
Kanın % 55'ini plazma, % 45'ini ise kan hücreleri

oluşturur (Şekil 1.3.16).
a. Plazma
Kan dokunun sıvı olan ara maddesine plazma denir. Plazma, içinde bulunan çözünmüş proteinlerden dolayı sarı renktedir. Akıcı özelliğe sahip olan kan plazmasının yaklaşık % 90'ı su, % 7'si
protein (albumin, globülin, fibrinojen), geri kalan kısmı hormon, antikor, vitamin, amino asit, karbonhidrat, yağ, üre, ürik asit, enzim gibi organik maddelerle sodyum, klor, magnezyum, bikarbonat
gibi iyonlardan oluşur (Şekil 1.3.17).

b. Kan Hücreleri
Kanın % 45'ini oluşturan hücresel kısım alyuvarlar (eritrosit),
akyuvarlar (lökosit) ve kan pulcuklarından (trombosit) meydana gelir.
I. Alyuvarlar (Eritrositler)
Aktif hareket edemeyen kan akışıyla bir yerden başka bir yere taşınan hücrelerdir. 1 mm3 kanda yaklaşık 4-5 milyon alyuvar vardır (Resim 1.3.1). Yapılarında kana kırmızı rengini veren hemoglobin bulunur. Hemoglobin, oksijen ve karbon dioksidin taşınmasında görev alır.Alyuvar sayısı cinsiyete, yaşa ve deniz seviyesinden yüksekliğe göre değişir. 1 mm3 kanda erkeklerde 5 milyon, kadınlarda ise 4 milyon kadar alyuvar bulunur. Erkeklerdeki alyuvar sayısının fazla olmasının nedeni erkek eşey hormonunun kan yapımını artırıcı etkisidir. Ayrıca deniz seviyesinden yükseklerde yaşayanlarda alyuvar sayısı daha fazladır. Çünkü solunan havada bulunan az miktardaki oksijenden faydalanmak için çok sayıda alyuvara ihtiyaç vardır.
Fetüste 3-5. aylar arasında karaciğer ve dalakta üretilen alyuvarlar, gebeliğin 5. ayından itibaren yaşamın sonuna kadar kırmızı kemik iliğinde üretilir. Alyuvarlar ilk oluştuklarında çekirdekleri ve organelleri bulunur. Olgunlaştıklarında bu yapılarını kaybettikleri için bölünemez ve kendilerini yenileyemez. Ömürleri ortalama 120 gündür. Ömürlerini tamamlayan alyuvarlar karaciğer ve dalakta parçalanır.


II. Akyuvarlar (Lökositler)
1 mm3 kanda yaklaşık 8 bin-10 bin arasında bulunan akyuvarlar,
renksiz kan hücreleridir. Alyuvarlardan farklı olarak bu hücrelerin çekirdekleri ve organelleri vardır. Amip gibi yalancı ayaklar oluşturup aktif hareketlerle doku aralarına yayılabilir. Akyuvarlardan bazıları fagositoz yaparak, bazıları da antikor oluşturarak vücut savunmasında görev alır. Vücutta enfeksiyon olduğunda akyuvar sayısı artar. Sayısı artan akyuvarlar
enfeksiyona neden olan yabancı maddeleri fagositoz yaparak
etkisiz hâle getirir. Ayrıca akyuvarlar hasar görmüş doku parçalarını da yok eder. Akyuvarların ömürleri genelde 4 saat ile 4 gün arasında değişir. Bazı akyuvarlar vücuda giren yabancı maddeleri tanıyabilen kan hücrelerine(hafıza hücreleri) dönüşür ve uzun zaman yaşayabilir.Akyuvarlar sitoplazmalarında taneciklerin olup olmamasına göre granüllü ve granülsüz olmak üzere ikiye ayrılır (Şekil 1.3.18)

Granüllü Akyuvarlar
Akyuvarlardan bazıları özel boyama yöntemleri ile boyanarak mikroskop altında incelendiğinde sitoplazmalarında granül adı verilen tanecikler görülür. Bu akyuvarlara granüllü akyuvarlar denir. Çekirdekleri boğumludur. Kırmızı kemik iliği tarafından üretilen granüllü akyuvarlar nötrofil, eozinofil, bazofil olmak üzere üçe ayrılır:
Nötrofiller bakterileri fagositozla yok eder. Bakteri enfeksiyonlarında sayıları artar. Eozinofiller tenya, kancalı kurt gibi parazit enfeksiyonlarında ve alerjik reaksiyonlarında etkilidir. Bazofiller heparin ve histamin salgılar. Heparin, kanın damar içinde pıhtılaşmasını engeller. Histamin ise kılcal damar geçirgenliğini sağlar. Histaminin aşırı artması
kılcal damar geçirgenliğini arttırdığı için ödem oluşmasına neden olur. Ayrıca alerjik reaksiyonların başlatılmasında önemli role sahiptir.

Granülsüz Akyuvarlar
Özel boyama yöntemleri ile boyanarak mikroskop altında incelenen
granülsüz akyuvarların sitoplazmaları homojen görünür ve taneciklere rastlanmaz. Çekirdekleri büyük ve yuvarlaktır. Kemik iliğinde üretildikten sonra dalak, lenf düğümleri ve timus gibi lenfatik organlarda aktif hâle gelirler. Granülsüz akyuvarlar monosit ve lenfosit olarak iki gruba ayrılır:
Monositler akyuvarların en büyüğüdür. Fagositoz yapabilme
yetenekleri oldukça gelişmiştir. Bu hücreler kılcal damarlardan
doku aralarına geçerek bakterileri yutabilen makrofajlara dönüşür. Lenfositler bağışıklığın sağlanmasında görevlidir. Sinir dokularının dışında bütün dokularda bulunur. T ve B lenfositleri olmak üzere iki gruba ayrılır:
T lenfositleri antijene doğrudan saldırarak vücudu
savunur. 
B lenfositleri ise salgıladıkları maddelerle bakteri ve virüsleri
etkisiz hâle getirir.

c. Kan Pulcukları (Trombositler)
1 mm3 kanda 150 ila 400 bin kadar kan pulcuğu bulunur. Renksiz ve
çekirdeksiz olup kemik iliğindeki büyük hücrelerden kopan parçalardan oluşur.Kan pulcukları kanın pıhtılaşmasında görevli özel bir protein üretir.Ömürleri yaklaşık 7-10 gündür. Ömrünü tamamlayan kan pulcukları karaciğer ve dalakta parçalanır.



İnsanlarda Dolaşım Sistemi - Kan Dolaşımı

    İkinci yüzyılda bir Yunan bilim insanı kanın kalpten vücuda, vücuttan da kalbe aktığı görüşünü ortaya atmıştır. Bu görüş uzun yıllar boyunca doğrulanamamıştır. 1628 yılında William Harvey (Vilyım Harvi) kalbin yapısını, kapakçıklarını ve toplardamar kapakçıklarını incelemiştir.Harvey, bu yapıların kanın tek yönde akışını sağlayan yapılar olduğu sonucuna varmıştır. Böylece kalbin kanı, atardamarlar ile dokulara pompalayıp toplardamarlar ile tekrar geri topladığını göstermiştir. Harvey ince atardamar uçları ile toplardamar uçları arasında bir bağlantı olduğunu da düşünmüş, ancak bu bağlantıyı sağlayan yapıları tespit
edememiştir. 1660 yılında Marcello Malpighi (Marsello Malpigi) bir kurbağanın vücudunda kılcal damarların atardamarlarla toplardamarları birbirine bağladığını göstermiştir. İtalyan anatomistin yaptığı bu çalışmalar Harvey'in kan dolaşımı teorisini doğrulamıştır.Kanın vücuttaki dolaşımı büyük ve küçük kan dolaşımı olarak iki kısımda incelenir:
Kalpteki oksijence fakir kanın akciğer atardamarı ile sağ karıncıktan çıkıp akciğerlere giderek oksijence zenginleştikten sonra akciğer toplardamarıyla sol kulakçığa dönmesine küçük kan dolaşımı denir(Şekil 1.3.15).

Kalbin sol kulakçığına akciğer toplardamarıyla gelen oksijence zengin kan kalbin sol karıncığına geçer. Oksijence zengin kanın aortla sol karıncıktan çıkıp tüm vücudu dolaştıktan sonra alt ve üst ana toplardamarlarla kalbin sağ kulakçığına dönmesine büyük kan dolaşımı denir(Şekil 1.3.15).

İnsanlarda Dolaşım Sistemi - Kan Damarları


    Vücudumuzda farklı çap ve çeper kalınlığına sahip damarlar bulunur (Şekil 1). Bu damarların toplam uzunluğu yaklaşık 100 bin km kadardır. Damarlar atardamar, toplardamar ve kılcal damarlar olarak üçe ayrılır:

a. Atardamarlar
Atardamarlar kanı kalpten kılcal damarlara iletir. Bu damarlar dıştan içe doğru üç tabakadan oluşur (Şekil 2-a). En dışta lifli bağ doku,ortada elastik lifler içeren düz kaslar, en içte ise endotel adı verilen tek sıralı yassı epitel doku bulunur. Endotel, kaygan bir yapıya sahiptir.Bu yapı damarın iç kısmında kan akışının sürtünmesini en aza indirecek pürüzsüz bir yüzey oluşturur. Atardamarlarda kan basıncı yüksektir
(Grafik 1.3.1) ve bol miktarda elastik lifler taşır. Bu lifler atardamarlardaki yüksek kan basıncına karşı damarın dayanıklılığını arttırır ve damara kazandırdığı esneklikle kanın damar içinde ilerlemesini sağlar.Akciğer atardamarı hariç atardamarların tümü oksijence zengin kan taşır. Atardamarlarda kan akışı diğer damarlara göre daha hızlıdır. Bu damarlarda kanın hareketi, karıncıkların kasılmasıyla oluşan basınç,
atardamardaki düz kasların kasılması, arkadan gelen kanın öndekini itmesi ve yer çekimi gibi olayların etkisi ile gerçekleşir.




















b. Toplardamarlar
Kanı kalbe getiren damarlardır. Bu damarların yapısı da atardamarlarda olduğu gibi üç tabakadan meydana gelmiştir (Şekil 1.3.13-c).Atardamarlardan farklı olarak dış tabakada bağ doku lifleri azdır. Orta tabakada yer alan kas doku incedir ve elastik lifler bulunmaz. Toplardamarlarda kan basıncı düşüktür (Grafik 1.3.1). Çapları atardamardan
büyük olduğu için daha çok kan bulundurur. Vücuttaki kanın yaklaşık %60'ı toplardamarlarda bulunur. Akciğer toplardamarı hariç tüm toplardamarlar oksijence fakir kan taşır.
Toplardamarlarda kanın hareketini sağlayan etkenlerden birisi kulakçıkların gevşemesi ile oluşan emme basıncıdır. Ayrıca toplardamarın çevresini saran iskelet kaslarının kasılması ile damar sıkışır, bunun sonucu kanın kalbe doğru hareketi sağlanır (Şekil 1.3.14). Vücutta kalp seviyesinin altındaki toplardamarlarda kanın geriye akmasını engelleyen, tek yönde açılan kapakçıklar bulunur. Kalbin yukarı seviyesindeki
toplardamarlarda ise yer çekimi kanın kalbe dönüşünü sağladığı için bu damarlarda kapakçık bulunmaz. Toplardamarlardaki bu yapısal özellik kanın kalbe dönmesini sağlayan en önemli nedendir. Nefes alma sırasında göğüs kafesinin genişlemesi de kanın kalbe dönmesini sağlayan bir diğer faktördür. Bu durum göğüs boşluğundaki basıncı düşürür.Böylece üst ve alt ana toplardamarlardaki kan, gevşeyen kulakçıklara dolar.

c. Kılcal Damarlar
Kılcal damarlar atardamarlarla toplardamarları birbirine bağlar. Endotel adı verilen tek katlı yassı epitel dokudan meydana gelmiştir (Şekil 1.3.13-b).
Kılcal damarların çapı çok küçük olmasına rağmen, dokular arasında geniş yüzey oluşturacak şekilde yayılmıştır. Kılcal damarların toplam enine kesit alanı, atardamar ve toplardamarlardan daha fazladır.Her atardamar, taşıdığı kanı çok sayıda kılcal damara iletir. Bu nedenle atardamarlardaki kan, kılcal damarlara geçtiğinde akış hızı yavaşlar (Grafik 1.3.2). Böylece yavaşlayan kan akışı sayesinde kan ile doku sıvısı arasında madde alış verişi gerçekleşir.

İçindeki çözünmüş maddelerden dolayı kanın ozmatik basıncı vardır.Kılcal kan damarları boyunca bu basınç sabittir, değişmez. Kan basıncı ise kılcalların atardamar ucundan toplardamar ucuna doğru gidildikçe azalır. Kılcalların atardamar ucundaki kan basıncı, ozmotik basınçtan yüksek olduğu için su ve çözünmüş maddeler kılcal damarlardan doku sıvısına geçer. Doku sıvısı ile doku hücreleri arasında madde alışverişi olur. Kan hücreleri ve proteinler büyük moleküllü oldukları için kılcal damar dışına çıkarak (yaklaşık %4) doku sıvısına geçebilir. Ancak
lenf sistemi büyük moleküllü maddeleri toplayarak yeniden kan dolaşımına katar. Bu durum da kılcal damarlardaki kanın ozmotik basıncının sabit kalmasında etkendir.Kılcal damarların toplardamar kısmında ise kan basıncı ozmotik basınçtan düşüktür. Bu nedenle buradaki su ve çözünmüş maddeler doku sıvısından
kılcal kan damarlarına geçer.Böylece doku sıvısı ile doku
hücreleri arasında madde alış verişi olur (Şema 1.3.2).




İnsanlarda Dolaşım Sistemi - Kalp


    17. yüzyılda İngiltere'de tıp ve fen öğrenimi gören William Harvey(Vilyım Harvi) insanda dolaşım sistemiyle ilgili araştırma yaparken,kanın vücuttaki dolaşımını ''sonu olmayan bir nehir'' benzetmesiyle açıklamaya çalışmıştır.
    Harvey'nin sonu olmayan bir nehre benzettiği dolaşım sistemi kalp,atardamar, toplardamar ve kılcal damarlardan meydana gelir. Kan dolaşımını sağlayan bu sisteme lenf dolaşımı yardımcı olur.

1. Kalp
 Şekil 1. Kalbin göğüs kafesindekiyeri
a. Kalbin Yapısı
Dolaşım sistemi içerisinde bir motor gibi görev yaparak kanı damarlariçinde tüm vücuda pompalayan kalp, göğüs boşluğunda (Şekil 1),iki akciğerin arasında yer alan yumruk büyüklüğünde (300 g)ve koni şeklinde bir organdır. Kalp, üstte iki kulakçık (atrium), altta iki karıncık (ventrikül) olmak üzere dört odacıklıdır (Şekil 2). Kulakçıkların karıncıklara açıldığı yerde kapakçıklar bulunur. Sağ kulakçıkla sağ karıncık arasında üçlü kapakçık (triküspit), sol kulakçıkla sol karıncık arasında ikili kapakçık (biküspit, mitral) yer alır. Bu kapakçıklar sağlam liflerle karıncıkların duvarlarına bağlanır. Ayrıca kalbin sol karıncığından çıkan aort ve sağ karıncığından çıkan akciğer atardamarında yarım ay şeklinde kapakçıklar vardır. Bu kapakçıklar kalpten pompalanan kanın geri dönmesini engeller ve kanın tek yönde akmasını sağlar.



İnsan kalbi üç tabakadan oluşur. Bu tabakalar dıştan içe doğru perikart,miyokart ve endokart olarak adlandırılır. En dışta bulunan perikart,kalbin dışını tamamen saran bağ dokudan yapılmış iki katlı birzardır. Bu zarın arasında sürtünmeyi azaltan sıvı bulunur. Ortada bulunanmiyokart, kalp kasından oluşmuştur. Kan, akciğerlere ve vücudundiğer bölümlerine karıncıklardan pompalandığı için miyokart tabakasıkarıncıklarda kalın, kulakçıklarda incedir. En iç kısımdaki endokart, ise
tek sıralı epitel dokudan oluşmuştur. Bu tabaka kalbin iç yüzeyini örter,aşınmayı önleyen kaygan bir yapı oluşturur.
Kalbi besleyen damarlara koroner damarlar adı verilir (Şekil 3).
Kalp, koroner damarlardaki kanla beslenir. Bu damarlar, aorttan çıkan atardamarların kılcallara ayrılmasıyla oluşur. Koroner damarlar tıkanır ya da daralırsa kalp, ihtiyacı olan besin ve oksijeni alamaz. Bu durum kalp krizi (enfarktüs)ne neden olur.




b. Kalbin Çalışması

Kalbin çalışması, kalp kaslarının kasılıp gevşemesi ile gerçekleşir.Kalbin kasılmasına sistol, gevşemesine diastol denir. Kalp çalışırken önce kulakçıklar sonra da karıncıklar kasılır ve gevşer. Kulakçıklarla karıncıkların kasılmaları birbirine zıt olarak gerçekleşir. Yani kulakçıklar kasılırken karıncıklar gevşer, karıncıklar kasılırken de kulakçıklar gevşer.
Sağlıklı ergin bir insanın kalbi dakikada 70-80 kez atar. Her kalp atışı yaklaşık 0,85 s sürer. Kulakçıkların kasılması 0,15 s, karıncıkların kasılması 0,30 s sürer. Kalan 0,40 s’de ise kalp dinlenir (Şema 1).

Kalp, insanda embriyo gelişiminin 4. haftasından itibaren atmaya
başlar. Bazı hücreleri uyartı oluşturabilme özelliğine sahip olan kalp kası yaşam boyu hiç durmadan kasılıp gevşeyebilir. Yani kalp, sinir sisteminden herhangi bir uyartı gelmeden yapısı gereği kendi kendine
uyartı oluşturup kasılmayı sürdürebilir. Örneğin bir omurgalı canlının kalbi vücut dışına çıkarıldığında kalbin bir süre daha kendi kendine kasılıp gevşediği gözlenir. Peki bir dış etki olmaksızın kalp belirli bir düzen içinde nasıl kasılmaktadır? Kalpte, kalp kası hücrelerinin özelleşmesiyle
oluşan uyarıların başlatılması ve iletilmesini sağlayan özel bir sistem mevcuttur. Bu sistemi oluşturan yapılar sinoatrial (SA) düğüm, atriyoventrikuler(AV) düğüm, his demeti ve purkinje lifleridir.Kalbin kasılmaya başlaması sağ kulakçık üzerinde bulunan sinoatrial(SA) düğümden başlatılan uyartılar ile meydana gelir (Şekil 4). SA düğüm, bir jenaratör gibi elektrik üreterek kalp kası hücrelerinin kasılmasını düzenler. SA düğüm aynı zamanda kasılma ritmini de denetler. SA düğümden gelen uyartı ile kulakçıklar kasılır.
Buradan yayılan uyartılar atriyoventrikuler (AV) düğüme ulaşır.
AV düğüm kulakçıklarla karıncıklar arasındaki duvarda bulunur. AV
düğümden çıkan özelleşmiş kas telcikleri His demetleri adını alır.Bu demetler karıncıkların duvarında dallanarak Purkinje liflerini oluşturur. Purkinje liflerine ulaşan uyartının etkisiyle de karıncıklar kasılır. Böylece kalp bir defa kasılıp gevşemiş olur.

Kalp her ne kadar yapısı gereği ritmik kasılsa da onun pompaladığı kan miktarı ve kasılma ritmi birtakım etkenler aracılığı ile düzenlenir.Bunlardan iç organların çalışması üzerine etkili olan sempatik(hızlandırıcı) sinirler, adrenalin ve tiroksin hormonu, kandaki karbon dioksit yoğunluğu, ateşli hastalıklar, nikotin ve kafein gibi kimyasal
maddeler kalbin çalışmasını hızlandırıcı yönde etki yapar. Parasempatik(yavaşlatıcı) sinirler ve asetilkolin hormonu ise yavaşlatıcı etki yapar.
Kalbin ritmik kasılma ve gevşemesinin atardamarlarda hissedilmesine nabız, kalbin kasılıp gevşemesi sırasında kanın atardamar duvarına yaptığı basınca ise tansiyon adı verilir. Tansiyon, büyük ve küçük tansiyon olarak iki çeşittir. Büyük tansiyon karıncıkların kasılması sırasında kanın atardamar duvarına yaptığı basınçtır.

Karıncıkların gevşemesi anında kanın atar damar duvarına yaptığı basınç ise küçük tansiyon olarak adlandırılır. Sağlıklı bir insanda dinlenme hâlinde büyük tansiyon 120 mm Hg, küçük tansiyon ise 80 mm Hg basıncındadır.